Acıdan Vazgeçebilmek – Özleme Teslimiyet
Geçtiğimiz hafta birçok kişinin ilham aldığı “Vazgeçebilmek” kitabını okudum. Okurken Guy Finley’nin aktardığı sistemin Human Design sistemiyle özdeş olduğunu fark ettim.Ben öğretiyi bile hikâyelerle algılamayı seven biri olduğum için; kitabın kısa, iki sayfalık bölümlerle kurgulanışı beni uzaklaştırdı. Bu öğretinin özdeş versiyonunu, Piraye Erdoğan’ın Seyir ve Can Borcu kitaplarından okumanızı öneririm.
Gelelim kitabın bir yoldaş olarak elimi tutuş şekline… “Vazgeçebilmek” kulağa pes ediş gibi geliyor ve soğuk bir eylem olarak algılanıyor. Fakat insan kitabı okuduğu süre boyunca her gün bu kelimeyle karşılaşınca anlam yumuşamaya başlıyor. Kitap, tıpkı Human Design sisteminde olduğu gibi, adına kendim dediğimiz sahte/kurgu yapıdan vazgeçişi anlatıyor. Bizi biz yapan ilişkilerimiz, işlerimiz, eğitimlerimiz, değerlerimiz ve bağlarımız çoğu zaman düğümlerimiz oluyor. Öte yandan özden öyle uzaklaşmışız ki uğruna emek verdiğimiz bu sahte ben’den vazgeçemiyoruz. Yani aslında mesele bir insan, bir hedef ya da bir alışkanlık değil, mesele aşk ve özlem.
Human Design, bize her insanın doğuştan kendine özgü bir tasarımla dünyaya geldiğini söyler. Bu tasarımın varoluş yasası, bir başkasına benzemek değil; kendi enerjisini özgün biçimde yaşamaktır. Aşk gibi biricik olmaktır. Ancak çoğumuz, koşullar, beklentiler, ilişkiler ve “olmamız gereken” imgeler yüzünden tasarımımızdan uzaklaşırız. İşte o mesafede derin, ifadesiz bir özlem doğar.
1. Özlemin Kaynağı: İmkânsız Mesafe
Human Design sisteminde her merkez, belirli bir enerjiyi taşır. Tanımlı merkezlerimiz istikrarı, tanımsız olanlar ise dış dünyanın etkisini gösterir. Bu nedenle bazen “vazgeçememek” bir bağımlılık değil, tanımsız bir merkezin çırpınışıdır. Bir ilişkiden kopamamak, aslında benlik merkezinin yönsüzlüğünden gelir. Bir hedefi bırakamamak, ego merkezinin “değerimi ispatlamalıyım” diye haykırmasındandır. Ama bıraktığımızda, yani vazgeçebildiğimizde, o çırpınış durur. Özlem açığa çıkar.
2. Vazgeçmek mi, Hatırlamak mı?
Vazgeçmek çoğu zaman bir son gibi görünür. Oysa Human Design bize bunun bir hatırlama eylemi olduğunu öğretir.
Bir Jeneratör hayır demesi gereken bir şeye artık “evet” demediğinde,
bir Projektör davet almadan rehberlik etmeye çalışmayı bıraktığında,
bir Manifestör insanları ikna etmekten vazgeçip sadece içsel dürtüsüne uyduğunda,
bir Reflectör zamanın akışına güvenip döngüsünü yaşadığında, aslında her biri kendi doğasına özlemini giderir. Çünkü vazgeçmek “olmayanı” görüp “kendini” seçmektir.
3. Özlemle Barışmak
Birini fiziksel ya da duygusal olarak kaybettiğimizde acı başlar. Zihin boşluk sevmez, bu acıyı anlamlandırmaya çalışır. Guy Fıinley kitabın sonunda okur için altın anahtar bırakır: Bu acıyı anlamıyorum de ve yeniden başla. “Vazgeçebilmek” kitabı egonun çözülüşünü anlatırken, Human Design bu sürecin haritasını verir. Ego merkezi, değerini ispat etmek ister; oysa gerçek değer, hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda olmamaktır. İşte o an, özlem dönüştürür kendini, “iyi ki geldi ve beni bana döndürdü” cümlesine evrilir. Özlem, bir yaradır ama aynı zamanda bir pusuladır. Bizi eksik bırakan şeyin izini sürerken, aslında kendimizi buluruz. Human Design’ın otorite dediği içsel ses, işte o özlemin içinden doğar.
4. Teslimiyetin Şefkati
Human Design’ın özü teslimiyettir ama pasif bir kabulleniş değil, “Benim için doğru olanın, doğru zamanda kendini göstereceğine güvenmek”tir. “Vazgeçebilmek” kitabının diliyle bu, ruhun derin bir nefes alışıdır. Artık kimseye bir şey kanıtlamak yoktur, artık çabalamak yoktur. Sadece olmanın sadeliği vardır.O anda özlem yumuşar. Çünkü vazgeçmek, bir kaybı değil; özlemin ardındaki bütünlüğü fark etmektir.
Sonuç: Vazgeçmenin Kalbinde Özlem, Özlemin Kalbinde Sen
Hepimiz özleyeceğiz ve özlemin kalbinde acı çekeceğiz. Ta ki bir gün gerçeğe, kendimize kavuşana kadar…

